Uçları el örgüsü dantel, beyaz keten perdeler denizden esen rüzgârla şişerek karanfil kokusunu dört bir yana savurdu. Uykulu dalgaların kumsalı okşayan sesini, martıların çığlıkları bastırıyor, kasaba yeni bir güne uyanıyordu.
Günün son ışıkları, koyu mavinin üzerinde menekşe gölgelerle oynaşıyor; ılık esen rüzgâr, denizin yüzeyini kırıştırıyordu. Balıkçılar denize açılmak üzere son hazırlıklarını yapıyorlardı.
Seneler sonra, unutulmuş ama tanıdık bir dosta, bir sevgiliye rastlamanın heyecan ve sevinciyle ,”İşte dedim aradığım burada.” Zamanın hızla geriye dönmesi gibi, ben koca bir kadın olduğumu unutmuş on-oniki yaşlarındaki kız çocuğuydum sanki. İçimdeki çığlığı bastırmak istercesine “işte bu, sana anlattığım buydu” dedim eşime.
Sana geldim, elimde kırmızı karanfilerle sana geldim. Biliyorum mekanın orası değil, yukarıdan bir yerleden, belki de bulutların ardından gülümseyerek izliyorsun beni. Hatırlar mısın uzun uzun koşuşturmalardan sonra, inatla, ısrarla, kararlıkla ulaşmayı başarmıştın bana. Benim başımda kavak yelleri esiyordu.
İğne oyası tepsi örtüsünü, arife günü pırıl pırıl parlattığı gümüş tepsiye özenle serdi. Vitrinli dolaptan, incecik Çekoslavak porseleni iki fincan, bir lokumluk ile kristal su bardağını çıkarıp tepsiye koydu.
Zaman sizin için soyut bir kavram, etrafınızdakileri tanımayan bakışlarla süzüyorsunuz, sıra bana geldiğinde gözlerinizin içi gülüyor yanaklarınız bir çocuğunki gibi pembeleşiyor, çığlık atıyorsunuz “Ay! Hiç değişmemişiniz ben bu yüzü tanıyorum, adınızı neden hatırlayamıyorum.” Önemli mi diyorum, önemli mi? Birbirimize sarılmış, anı kaybetmekten korkarak susuyoruz.
‘’Sabah uyandığımda aynada çökmüş ve sıradan bir kadın vardı. Kelimeleri birbiri ardına getirmekten aciz, kem küm eden, ışığını kaybetmiş bir kadın; hayatla olan akdini tek taraflı feshetme gibi çılgınca kurtuluş çareleri ararken bir o kadar da korkak, hangi dala tutunacağını bilemeyen, yaşlı bir kadın...’’
Yan bahçemdeki yaşlı komşum, ev işlerimde yardımcı olan hanımın işine son vermem için adeta beni zorluyordu. Başkasının özel hayatının beni ilgilendirmediğini defalarca söylediysem de, ısrarını sürdürüyor; bu zavallı kadının bizimle yaşamasının, kasabada etkin bir görevi olan eşime zarar vereceğini düşünüyordu.
-Hadi geç kalacaksın, kömürlük pencerelerine benzettin gene o koca gözlerini. Bir iki
lokma yemeye vakit ayır, aç açına geçer mi koca gün?
-Geliyorum, az kaldı.
-Tam bir saattir aynanın karşısındasın, şunu iç bari.
-Gidince bir şeyler atıştırırım, geç kaldım.
-Her sabah böyle aç acına öleceksin.
-Merak etmeyin, bu kiloyla kolay kolay ölünmez.
We use cookies to analyze website traffic and optimize your website experience. By accepting our use of cookies, your data will be aggregated with all other user data.